Savaşlara katılıp idarecilik yapan kimselerin kalpleri katılaşır, gözyaşları kurur. Bilhassa bu işlere devam eden kimsenin merhametli olması çok nadirdir.
Allah Resulü ve O'nun yolunu izleyenler asla böyle değillerdir. Kuvvet, şecaat, celadet ve sabır gibi sıfatların tamamını onlarda bulmamız mümkündür. En önemlisi de, merhamet duygusunun sınırını asla aşmaksızın, onların Cenab-ı Hakk'ın merhametine vitrin olmalarıdır.
Resulullah (s.a.v.), hiçbir zaman merhamet duygusunu yitirmemiştir. Kendisine de her türlü eziyet ve baskı yapıldığı halde O, yapanlar için şöyle dua ediyordu: "Allah'ım, kavmimi bağışla, çünkü onlar bilemezler."
Kureyş, Resulullah'a yaptığını, yapmıştı. Bununla beraber Mekke fethedilince, onlara karşı beklenmeyen bir tavır takındı.
Ömer b. Hattab şöyle diyor: "Fetih günü Resulullah (s.a.v.), Safvan b. Ümeyye, Süfyan b. Harb ve Haris b. Hişam'a haber gönderdi, onlar da geldiler. Ben dedim ki: "Allah bugün fırsat verdi, yaptıklarının hesabını göreceğim."
Bir baktım ki; Hz. Peygamber, onlara hitaben şöyle diyor: "Benim halim ile sizin haliniz, Yusuf (a.s.) ile kardeşlerinin hali gibidir. Bugün sizi kınayacak söz yok. Allah, günahlarınızı bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir." Ömer b. Hattab; "Peygamberin bu sözlerine karşı söylediklerimden utandım ve rüsva oldum" diyor.
Sıradan insanlarda, intikam hissi ve zafer sarhoşluğunun etkisi altında kaybolan merhamet duygusu, peygamberlerde sabit kalarak duygunun sınırını aşmadığı gibi, başka bir duygu da onun sınırını aşmıyordu. O'nun merhameti, bütün insanları kapsamına alıyor, kuvvetlilerden önce zayıflar bunu hissediyordu.